Diriliş bir gülücükle başladı

Bir insanın başına gelebilecek en korkunç duygu sanırım, yaşarken "ölü" olmak. Hiçbir şey hissetmemekmiş. Ben çokta farkında değildim ama öyleymişim.

Dışarıdan kendimi gözlemleyemeyecek kadar acı doluyum. Çevremdeki telaştan, koşturmadan bi haber öylece boşluğa bakar gibi bakıyorum. İşyerimdeki insanların sesleri kayıp gidiyor benden. Birbirinden anlamsız, tekdüze geçen günler devam ediyor. Hiç bir özelliği, heyecanı olmayan, sıradan başlayan, sıradan biten günler birbirini kovalıyordu.
İçimdeki tek duygu acı...
yokluk....
kocaman boşluk var...
sevemiyorum, bedenim, ruhum sevmeyi, sevilmeyi, dokunmayı reddediyor.
Gözlerimin önünde palyaçolar rengarenk kostümleriyle gülümsüyorlar bana alaylı ve acıyarak.
Bencilim ben...
benim doğrularım, hep benim inandıklarım... 
bencil olmasaydım belki daha kolay olurdu. Hayatın benden aldıklarına, hayata sıkı sıkı tutunmaya bu kadar yorulmazdım. Kaybettiklerime, bir zamanlar benimle olanlara, şimdi ellerimin arasından uçup gidenlere aldırış etmezdim o zaman. Başarısızlıklarıma, kaybedişlerime, hissettiğim yokluğun ardından kendimi bu denli suçlu hissetmezdim. Belki daha az hükmemetmeye çalışırdım dünyaya...
hiçbirşey yapmak istemiyorum.
Ağlamak, gülmekten çok daha kolay.
Diplerdeyim.

Terapi iyi gelir diyorlar.
İçimdeki acıyı paylaşırsam toparlanırmışım.
İyi bi doktor varmış, o beni iyi edermiş.
Eder mi?
İnansam mı?
Etse nolucak?
Acım azalır mı?
İçimdeki özlem biter mi?
Güneş tekrar ısıtır mı?
Kardeşim, kayıplarım geri gelir mi?
Boşluğa bakıp gülümsüyorum. Güner'in gözlerinin içine minnetle bakıyorum.
 "Teşekkür ederim, ama istemiyorum" diyorum.
Kimse beni anlamazki.
Sessizce ağlıyorum.

Sonsuz boşluktayım. Gözlerimi kapadığımda, o yeşil çayırlardaki saç örgülü kız çocuğu tepetaklak. Artık gülümsemiyor bana. Oysa papatyaların arasında koştururdu. Mutluydu. Artık değil.
Yine mutlu olur muydu?
Bi denesem, yine güler mi?

Bekleme salonunda, benim gibi 3 kadın daha var. Yaşları benden büyük. Bakışları tanıdık, ben gibi boşluğu tanıyınca kendilerini unutmuşlar.
Şimdi burdan hemen kaçıp gitsem?
Kulaklarımdaki Bach Brandenburg konçetosu engelliyor beni. 
Sıra bana gelene kadar afiyetle tırnaklarımı kemiriyorum.

Adım söylenince odaya isteksizce girdim. Tırnaklarımı göstermemek için kazağımı çekiştiriyorum. Yumuşacık bi ses "hoşgeldiniz" deyip deri koltuğu gösterdi. Terapinin birinci seansında hiç inanmadım kendime. Hele karşımdaki adama hiç inanmıyordum. 45'ini geçgin, saçları bembeyaz, elleri tertemiz, tırnakları bakımlı, yüzü tıraşlı, göz altları yorgunluktan çökmüş ama gözleri cin gibi bakıyor. Beni inceliyor. Tedirginim. Göz göze gelmemeye çalışıyorum. Karşısında nasıl görünüyorum acaba? Ağlamıycam diye gözlerimi boyadıydım, dudaklarımda simli parlatıcı var. Ellerim... ellerimi nereye saklayacağımı bilemiyorum. Çünki tırnaklarımı yiyorum ve ellerimin görünüşünden feci utanıyorum.

Meraklı gözlerle beni inceliyor. Dudaklarından dökülen ilk sözler inci gibi "çok güzelsin!."
Ben mi? Yok artık. Ben şaşkınım. Dumur haldeyim, bunu beklemiyordum işte. Mideme yumruk yedim sanki. Birşey demeden yutkunuyorum. Ağlamaktan şişmiş gözler, sıkıntıdan pul pul olmuş cildim, yüzümü sivilceler basmış, saçlarım boyasız, öyle alalade at kuyruğu toplanmış. Yok canım, bildiğin yalan söylüyor. Bu adam mı iyi edecek beni?

Ayağa kalkıyor, zarif hareketleriyle ellerimi tutup "kalkın" diyor nazikçe. Bana bakıyor. Orada kendimi çırılçıplak hissettim. Utandım. Sanki bütün dünya bana bakıyor gibi geldi. Oysa odada sadece ikimiz varız.
"Sporcu musunuz?" diye soruyor. Evet uzun yıllar spor yaptım ama bunun konumuzla ne ilgisi var? Sonra "oturun" diyor yumuşacık sesiyle. Gözlüklerini takıp önündeki deftere birşeyler yazıyor.
"Anlatın" diyor o yumuşacık ses.

Dudaklarımı aralıyorum konuşmak için ama tek kelime çıkmıyor. Oysa ne çok şey anlatmak istiyorum. Kendimi hazırlamıştım bu konuşma için. Ona çaresizliğimi, hırçınlığımı, içimdeki acının nasıl canımı acıttığını, gözyaşlarımı, kalbimi yerinden sökmek istediğimi, ürkek ürkek duvarlara baktığımı, kaybettiğim duygularımı geri istediğimi, herkesten herşeyden vazgeçtiğimi anlatacaktım.
"Bana yardım edebilir misiniz?" diycektim.
Bunun için geldim buraya. Bunun için para ödedim. En az 2 saat sıra bekledim... ama tek bir söz söyleyemiyorum. Kilitlendim. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Boğazım yırtılırcasına çığlıklar atıyorum ama kimse duymuyor.
Hiç konuşamadan öylece, sadece ağladım.
Çok ağladım.
Kendimi ifade etmekten acizim. Utanıyorum, kızıyorum, öfkeleniyorum, suçluluk duyuyorum.

Artık karşımdaki adama hiç bakmıyorum. Gözlerim pencereden çok uzaklara gitti. Sanki bir kuş olup uçtum oradan.
"Sizi 1 hafta sonra tekrar görmek istiyorum." diyor. Reçeteyi elime tutuşturup ellerimi tutuyor. "Lütfen gelin, sizi burada bekliyor olacağım". Gözlerim, burnum kıpkırmızı odadan çıkıyorum.

Sonra...
sonra düzenli aralıklarla devam etti görüşmeler.
Kendimi biraz daha güçlü hissediyordum. Kafamdaki tüm soru işaretlerini tek tek soruyordum. Bazen ödevler verirdi. Cevaplayamayacağım sorular sorardı. Bir sonraki seansa hazırlanıp öyle giderdim.

Her seansta gülücüklerin dozu biraz daha arttı.
Bense kendimi daha iyi, daha uysal, daha güvenli ve daha güzel hissetmeye başladım.

Korkular, acılar, yokoluşlar, kayıplar, kabus dolu rüyalar, bitmeyen gözyaşları, hastalıklar, suskun saatler, huzursuz nöbetler, asabiyetler....
bitti...

Artık her sabah aynaya, kırışıklarıma bakıp, kendime gülümseyebilen bir kadın oldum.
Geriside kendiliğinden geldi.

Günerim, çok özel teşekkürlerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder